MÜLKİYE İZMİR İÇİN
"Kelebeğin Rüyası" yazılarının ilk başladığı yer Mülkiye İzmir e-posta grubuydu ve bu aşağıda gördüğünüz yazı benim Mülkiye İzmir moderatörlüğünden ayrılırken yazdığım veda yazısı. Gruptaki son gelişmeler için bir şeyler kaleme alırken bu yazıyı anımsadım bir an ve bu sayfalarda yer almasını da uygun buldum. Söz yazının !
"Yola çıktım sonunda"
Sanki içimi kanırtırcasına yazmak istiyordu canım. Ya yazacak yer bulamıyordum ya da okutacak yürekler. Tesadüflerin peşine taktığım ruhumu almış geziniyordum durmaksızın. Her şey böyle başladı zaten.
Şimdi burada durmuş "Bir zamanlar …" diye başlayan bir hikâye anlatıyormuş gibiyim. Aslında bunu yapabilmeyi isterdim de. Ama biliyorum eğer öyle başlarsam yazmaya, okunacak olan ya kibir olur ya da küstahlık, ha belki de biraz da çokbilmişlik.
O yüzden "Bir zamanlar …" diye başlamıyorum sözlerime. Hem zaten o yazmadığım "Bir zamanları" bu yazıyı okuyanların çoğu biliyorlar. Hani işin özü, gereği de yok bir nevi.
Ne diyordum ben ?
İçimi kanırtırcasına yazmak sarmıştı ya beni, o günden beri "söz uçsa da yazı kalsın" diye uğraşıyorum buralarda.
Ama yazı "bir yerlerde tarihe kaydolsun"dan öte bir şey bu. Yani bir mekâna değil de, aslında yazılanı özümseyebilenin yüreğine kaydetmeye çalışıyorum.
Bir kelebekten öte bilmedim kendimi. O yüzden de ciddiye almadım beni anlayamayanları. Aynı sokaklardan geçmedikçe ruhlar anlaşamazlardı zaten. Ukalalıksa ukalalık, ben onların sokaklarını denemedim bile.
Şiiriyetimi kısıtlayamazdım. Kısıtlamadım da. Ben bir şiir mültecisiydim kendi ülkemde. Belki de bir korsan şiir gemisiydim bu denizde. Malum korsanları kimse sevmez ki!
Dostlarım oldu, bazen sırf dostum oldukları için acı çeken ve dostu olduğum için acı çektiğim. Sarılma dediler onlara, inadına sarıldım. Sarılacağım da.
Kavgalarım oldu, görülen nedenleri görünmeyenlerden farklı olan.
Mutluluklarım oldu uça uça paylaştığım.
Sıkıldım kimi zaman, yüzümü döktüm ağladım hem de saklanmadan.
Sere serpe yazdım hayatı. Pervasızca dokundum ellerine. İstedim ki gözlerimle gördüğümü başkaları da bilsin. Bazıları sevmedi bunu. Umursadım mı ? Evet. Değiştim mi ? Hayır.
Bazen ölesiye sustum. Susmak da güzeldi. Hem susarak susturabiliyordunuz da bazen.
Ama bazen konuştum hem de hiç sevmediğim türden. "Bu güzel bahçede ayrık otları bitmesin" diye konuşmak gerekiyordu çünkü. İşin iyi tarafı bunun kuralı yoktu. Kural yazabilirdim. İşin kötü tarafı kural yazmak bu bahçeye göre değildi, hem ben kural yazma meraklısı değildim ki!
Kimilerine göre konuşmamak pasiflikti, çoğunlukla dostlarını kayırmaktı. Kimilerine göreyse esas konuşmak düşmanlıktı. Dışarıdan bakınca yetke sizdeydi. İktidar sizdiniz işte. Objektif olamazdınız ki! Doğru. Olamazdım. Çünkü ben bahçeden yanaydım. Beni mutlu eden bu bahçenin zarar görmesine tahammülüm yoktu.
Bugün gözlerimi açıp bakıyorum bahçeme yeniden. Bahçem artık eskisi gibi değil. Onu ayrık otlarından korudum ama çiçekleri eskisi gibi değil. Evet, flora bayağı zenginleşti ama maalesef benim o âşık olduğum zamanki gibi değil. Sarıların, kırmızıların, morların, pembelerin yanında bol bol gri var ve o griler diğerlerini bastırıyor. Bense hiçbir şey yapamıyorum. Çünkü bu geminin yolcularının aklından geçenlere karışamayacağımı biliyorum. Ben şikâyet edince konuşulanların normal olduğu, sadece gündeme dokunmak olduğu söyleniyor. Ama benim gördüğüm sadece bağırış çağırış. Hayat zaten sevimsiz… Dayatmalardan sıkılanların kendi akıllarından geçenleri dayatmalarını izlemek ise çok sıkıcı.
Bugün 31 Ocak 2007. 1 yıl 8 ay önce, yani 31 Mayıs 2005 günü bir bayrak devraldım. Uzun süre adım ne olsun diye tartıştık. Barbo'nun hediyesi bir sıfatla dümenci oldu sonunda ve bugün ben dümeni elden bırakıyorum ve sade bir üye olarak devam ediyorum yoluma. "Bir zamanlar …" diye andığım zamanlara kendimi döndürebilmek için buna ihtiyacım var. Bilmenizi isterim ki Mülkiye İzmir'in moderatörü sıfatını taşımaktan her zaman gurur duydum. Bana pek çok güzel insanla buluşma ve tanışma imkânı sağlayan bu önemli görevi yürütürken yanımda olan, bana destek veren herkese teşekkür ediyorum.
Mülkiye İzmir'in güzel bir yer olabilmesi için birazcık da olsa bir şeyler yapabildiysem eğer ne mutlu bana.
31 Ocak 2007 / Konak - İzmir
"Yola çıktım sonunda"
Sanki içimi kanırtırcasına yazmak istiyordu canım. Ya yazacak yer bulamıyordum ya da okutacak yürekler. Tesadüflerin peşine taktığım ruhumu almış geziniyordum durmaksızın. Her şey böyle başladı zaten.
Şimdi burada durmuş "Bir zamanlar …" diye başlayan bir hikâye anlatıyormuş gibiyim. Aslında bunu yapabilmeyi isterdim de. Ama biliyorum eğer öyle başlarsam yazmaya, okunacak olan ya kibir olur ya da küstahlık, ha belki de biraz da çokbilmişlik.
O yüzden "Bir zamanlar …" diye başlamıyorum sözlerime. Hem zaten o yazmadığım "Bir zamanları" bu yazıyı okuyanların çoğu biliyorlar. Hani işin özü, gereği de yok bir nevi.
Ne diyordum ben ?
İçimi kanırtırcasına yazmak sarmıştı ya beni, o günden beri "söz uçsa da yazı kalsın" diye uğraşıyorum buralarda.
Ama yazı "bir yerlerde tarihe kaydolsun"dan öte bir şey bu. Yani bir mekâna değil de, aslında yazılanı özümseyebilenin yüreğine kaydetmeye çalışıyorum.
Bir kelebekten öte bilmedim kendimi. O yüzden de ciddiye almadım beni anlayamayanları. Aynı sokaklardan geçmedikçe ruhlar anlaşamazlardı zaten. Ukalalıksa ukalalık, ben onların sokaklarını denemedim bile.
Şiiriyetimi kısıtlayamazdım. Kısıtlamadım da. Ben bir şiir mültecisiydim kendi ülkemde. Belki de bir korsan şiir gemisiydim bu denizde. Malum korsanları kimse sevmez ki!
Dostlarım oldu, bazen sırf dostum oldukları için acı çeken ve dostu olduğum için acı çektiğim. Sarılma dediler onlara, inadına sarıldım. Sarılacağım da.
Kavgalarım oldu, görülen nedenleri görünmeyenlerden farklı olan.
Mutluluklarım oldu uça uça paylaştığım.
Sıkıldım kimi zaman, yüzümü döktüm ağladım hem de saklanmadan.
Sere serpe yazdım hayatı. Pervasızca dokundum ellerine. İstedim ki gözlerimle gördüğümü başkaları da bilsin. Bazıları sevmedi bunu. Umursadım mı ? Evet. Değiştim mi ? Hayır.
Bazen ölesiye sustum. Susmak da güzeldi. Hem susarak susturabiliyordunuz da bazen.
Ama bazen konuştum hem de hiç sevmediğim türden. "Bu güzel bahçede ayrık otları bitmesin" diye konuşmak gerekiyordu çünkü. İşin iyi tarafı bunun kuralı yoktu. Kural yazabilirdim. İşin kötü tarafı kural yazmak bu bahçeye göre değildi, hem ben kural yazma meraklısı değildim ki!
Kimilerine göre konuşmamak pasiflikti, çoğunlukla dostlarını kayırmaktı. Kimilerine göreyse esas konuşmak düşmanlıktı. Dışarıdan bakınca yetke sizdeydi. İktidar sizdiniz işte. Objektif olamazdınız ki! Doğru. Olamazdım. Çünkü ben bahçeden yanaydım. Beni mutlu eden bu bahçenin zarar görmesine tahammülüm yoktu.
Bugün gözlerimi açıp bakıyorum bahçeme yeniden. Bahçem artık eskisi gibi değil. Onu ayrık otlarından korudum ama çiçekleri eskisi gibi değil. Evet, flora bayağı zenginleşti ama maalesef benim o âşık olduğum zamanki gibi değil. Sarıların, kırmızıların, morların, pembelerin yanında bol bol gri var ve o griler diğerlerini bastırıyor. Bense hiçbir şey yapamıyorum. Çünkü bu geminin yolcularının aklından geçenlere karışamayacağımı biliyorum. Ben şikâyet edince konuşulanların normal olduğu, sadece gündeme dokunmak olduğu söyleniyor. Ama benim gördüğüm sadece bağırış çağırış. Hayat zaten sevimsiz… Dayatmalardan sıkılanların kendi akıllarından geçenleri dayatmalarını izlemek ise çok sıkıcı.
Bugün 31 Ocak 2007. 1 yıl 8 ay önce, yani 31 Mayıs 2005 günü bir bayrak devraldım. Uzun süre adım ne olsun diye tartıştık. Barbo'nun hediyesi bir sıfatla dümenci oldu sonunda ve bugün ben dümeni elden bırakıyorum ve sade bir üye olarak devam ediyorum yoluma. "Bir zamanlar …" diye andığım zamanlara kendimi döndürebilmek için buna ihtiyacım var. Bilmenizi isterim ki Mülkiye İzmir'in moderatörü sıfatını taşımaktan her zaman gurur duydum. Bana pek çok güzel insanla buluşma ve tanışma imkânı sağlayan bu önemli görevi yürütürken yanımda olan, bana destek veren herkese teşekkür ediyorum.
Mülkiye İzmir'in güzel bir yer olabilmesi için birazcık da olsa bir şeyler yapabildiysem eğer ne mutlu bana.
31 Ocak 2007 / Konak - İzmir
Yorumlar
Yorum Gönder