KELEBEK TATİLDE...AMA ÖNCE GEÇEN YAZ

Tembellik kötü şey, hele yazmaya çalışan yazmayı deneyen biriysen çok kötü şey.
Daha da acısı, bunu bilip her yazdığın yazıya mazeret olarak sunmak.
Evet, ben böyle bir blog yazarıyım okur ve sen bunu fena halde biliyorsun.
Hala beni okuyorsun ya, anlaşılan az da yazsam yine de beni seviyorsun belki de.
Sırf bunun için her seferinde kendime söz veriyorum, bir daha bu kadar uzun sürmeyecek diye.
Altta okuyacakların işte aynen böyle aylar önce yazılmaya başlanmış geçen yazın yaz tatilinin hikayesi.
Ben şu an nerde miyim ? Bu yazın yaz tatilinde :)
Keyifli okumalar canım okurum ve tekrar özür dilerim senden.
Ayrıca, çok da teşekkür ederim tüm kalbimle...

***
2013 YAZI ... BİRAZ KİRİŞ BİRAZ MİDİLLİ

Öyle bir ruh halindeyim ki şu an; yazmalı, yazmalı, yazmalıyım...
Filmlerdeki yazar profiline uygun bir ruh haliyle; yanı başımdaki bir kadeh kırmızı şarap ve kulağıma hoş gelen bir müzik eşliğinde...
Şaka yapmıyorum gerçekten de ortamım şu an tam da böyle. Bardolino Classico içiyorum bu akşam, süper şarap değil ama yine de yanımda bir İtalyan olması güzel bu akşam.
Gerek ilk olarak yazılarımı paylaşma imkanı bulduğum Mülkiye İzmir grubunda gerekse bir zamanlar büyük keyifle çıkardığımız (ki yeni yönetim sağolsun artık öyle bir şey yok) Mülkiye İzmir bültenlerinde yazmaktan en çok keyif aldıklarım gezi yazılarımdı. Bunu blog sayfalarımda da sürdürüyorum bir nevi. Gerçi biraz ağır kanlı oluyor ama neyse...
Bu blogda daha önce Japonya, İstanbul, Marmaris, Rodos ve İtalya okudunuz.
Ve, aradan koca bir yaz geçti.
Ben elbette ki evde oturmadım.
Yanılmadın Hasan Hocam, ben gene bir yerlerdeydim.
(Aç parantez: Bu arada yeri gelmişken Hasan Hocam, bir kere de buradan teşekkür edeyim, beni 11 yıllık otomobil kullanma fobimden kurtaran gizli kahraman olduğun için. Trafiğe çıkıyorsam sayendedir. Kapa parantez)

Biraz yurt içi biraz yurt dışı anlatacağım size.

KİRİŞ ...


Önce memleket diyelim öyleyse. Bu yıl, yaz tatilinde Kiriş'teydik. Temmuzun en sıcağında Antalya'da olacağız dediğimizde herkes bize acıyarak bakıyordu belki de. Malum, Antalya'da yaz sıcak demek, sıcak demek nem demek. Nem demek ... Oh my God !!!
"Kiriş nerede ?" derseniz Kemer'e bağlı güzel bir belde diyebilirim. Küçük, çam ağaçlarının arasına saklanmış fena halde Akdeniz bir yer. Elbette, büyük otellerle istila edilmiş. Bunu söylerken anlaşıldığı üzere ben de onlardan birindeydim aslında.

Voyage Kiriş'teydik bu yaz. Tüm Voyage'lar gibi hizmette, serviste 10 numaraydı yine. Bina ve tesisler eskiydi sadece, ama onun nedeni de sonradan anlaşıldı. Bu otel eskiden Joy Kiriş World diye bilinen tesisti çünkü. İki koy ve koca bir sahili olan bir cennet parçası üzerinde kurulu. O iki koya da otel müşterileri dışında sadece tekne ile amfibik harekat sonucu ulaşabiliyorsunuz ve Limak Limra gibi otellerle paylaştığı o uçsuz bucaksız sahili gibi devasa çakıllarla da kaplı değil, dalgası da yok bu koyların. O yüzden rüya gibiydi. Esintisi o kadar hoştu ki çamların altında, ne o nem rahatsız etti ne de temmuz sıcağı.
Gerçi bütün bu rüyada, benim canım sevgilimin bana bir kere daha balayı konsepti yaşatması da etkili oldu elbette. Ben sıradan standart otel odası beklerken o bana özel süslenmiş, kalp balonlar, köpüklü şaraplar meyve sepetleriyle dolu olağanüstü bir balayı odası hazırlatmış.Şanslıyım hem de çok :)


Bahçede özgürce dolanan tavukları ve bahçıvan olduklarından şüphe ettiğim keçileri ve mavi bayraklı plajında ayaklarımın altında dolaşan balıklarıyla doğanın kollarındaydık.
Ultra her şey dahilin turizmi baltaladığı kesin o sistemi, en güzel yemekler ve tadını ilk defa orada denediğim içkileriyle benim için müthişti.
Dünyanın tanıdığı Max Zotti'nin DJ setindeki müthiş performansıyla coşma imkanı da buldum ve hatta bizzat Zotti'ye teşekkür etme şansı da.
Bu yaz yine oradayız diyebilmeyi ister miydim ? Tartışılmaz bir şekilde EVET ! Fakat,sanırım sayısal lotodan bir kazanma durumu ortaya çıkmazsa çok ama çok zor. Çünkü, o otel şu an inşaat halinde ve bu yazdan itibaren adı MAXX ROYAL KEMER. Erken rezervasyon fiyatları bile hayal etmek için çok erken dedirtiyor.
Fiyat önemli değil diyenler varsa, ben tavsiye ederim şiddetle. Bizim gittiğimiz dönemde adult beach olan koyu için değer sonuna kadar.

Bu kadar burnunun dibine gelmişken Kemer'e de gitmek lazım diye düşündük tabii ki. Bir akşam gezintisinde de Kiriş'ten dolmuşla Kemer'e indik. Büyük bir ilçe Kemer açıkçası bana biraz ruhsuz geldi. Küçücük Belek'in çarşısı bile Kemer'den kişilikliydi. Çok fazla turist yoktu o akşam. Gerçi, söylediklerine göre bu yaz çok fazla turist de gelmemiş. Klasik olarak, her tatil beldesinde satılan çakma çanta, tişört, kot, saat gibi ürünlerin bulunduğu dükkanlar ve Rus müşteriyi kafalamayı amaçlayan kürk ve deri mağazaları da Kemer'de bolca vardı. Ha, elbette bir de Traditional Turkish Apple Tea. Abi, bu elma çayı denilen şey bu ülke de tam olarak hangi yıl traditional seviyesine ulaştı bunu bir tartışmak lazım belki de.
Ayışığı Plajı denilen yerin methini çok duyduğumdan bir orayı da ziyaret edelim dedik. Ama, Ayışığı denen yerin deniz kenarında bir park olup, içinde pek çok yan yana bar, kafe, nargileci olan bir yer olduğu, karanlık, izbe bir havası olduğunu görmek beni şaşırttı.
Kemer'de eğer halk tipi soluklanma yeri arıyorsanız Saat Kulesi'nin bulunduğu park, ki "Yurtta Sulh Cihanda Sulh" temasını bütün dünya ile paylaşıyor olması gerçekten güzel, düz zeminden fışkıran ve kaybolan sularıyla fotoğraf çektirenler için güzel bir anı yaratıyor, bol miktarda bank var, beleş yollu soluklanma için iyi bir fırsat. Saat Kulesi'nin üzerinde de bir kafe var, orası da oldukça beğeniliyor sanırım.

Marina'da da kaliteli, ciks mekanlar gördüm. Denenebilir.
Kiriş'te geçirdiğimiz beş günden sonra, "Dur, bu kadar yeter" dedik mi ? Hayır !!!
Kiriş'ten dönüşümüzün hemen sonrasında temmuzun sonunda, tatlı bir haftasonu macerası lazımdı, adını Midilli koyduk.

MİDİLLİ ...

Bildiğiniz gibi, Yunan adaları macerama Rodos'la başlamıştım. Rodos, şimdilik güneyli prenses. Midilli ise kuzeyli kraliçe.Midilli gerek büyüklüğü gerekse giden arkadaşlarımdan duyduklarım nedeniyle merak edilenler listemde oldukça yukarıdaydı. Gittiğimde ise merakımın hiç de boş yere olmadığını farkettim.

Bizim Midilli onların Lesvos dediği adaya (ki kendisi Yunanistan'ın üçüncü büyük adası) gitmek için Ayvalık'a ulaştık cumartesi sabahı. Önceden telefonla görüştüğümüz üzere (internetten küçük bir araştırma sonrası Turyol 'a ulaştık) bir gece konaklamalı Midilli turu için sabah Ayvalık limanda olmamız yeterliydi. Aracımızı gümrük otoparkına bırakıp hemen gümrüğün karşısındaki Turyol acentesinden biletlerimizi aldık. Haftasonları saat 09.00'da iki farklı tekne kalkıyor Ayvalık'tan Midilli'ye doğru. Biri Turyol'un bir de Jale Tur'un. Gerçi 09.00'da kalkamıyorlar. Yoğun yolcu trafiğinden dolayı olduğunu söylüyorlar ama bilemiyorum.

1,5 saatlik bir yolculuğun ardından Mytilini'ye ulaştık. Anladığınız üzere Midilli Mytilini'den apartma. Mytilini, adanın baş şehri. Yönetim merkezi bir anlamda. Hatta daha da ilginci sadece Lesvos'un değil tüm Ege Adalarının Valiliği burada. Ben size Midilli büyük dememiş miydim ?

Yeşil pasaport güzelliği ile Yunan gümrüğünden hemen geçip çıkışta tur otobüsümüzü bulduk hemen. İşte, güzellik burada Kelebeğin Rüyası'nın yazarının otobüsünün üzeri kelebeklerle süslüydü. Büyük keyif :))

İki otobüs olarak başladık geziye. Sonradan anladığımız üzere gerek Jale Tur'un gerekse Turyol'un Midilli'de organize ettiği ada turlarının Midilli'deki çözüm ortağı Mitilene Tours isimli şirket. Şirketin sahibi olan Aris, bizzat rehberliği de üstlenmiş durumda. İlk gün Aris Lazaris bizimleydi. Mutlu Tönbekici'nin sonradan okuduğum bir köşe yazısında da belirttiği gibi aslında Midilli turunda rehber olarak otobüsüne katılınması gereken Aris. Aris, Midillili.Eşi bir Türk. Kendisi de Türkolog. İstanbul'da okumuş, baba tarafından Trabzonlu. Kendi deyimiyle soyadında da olduğu gibi Laz Aris. İtalyanca filmlere Türkçe alt yazı tercümesi yapabilecek kadar Türkçesi müthiş. Kemal Anadol ile kitap çalışmaları yapmış, hatırı sayılır bir eski kartpostallar koleksiyonu olan, Türk olmak Rum olmak değil, insan olmak önemli diyen bir tür filozof.Tabii bunları gün içinde onunla yolculuk yaparken gördük.İkinci gün bize rehberlik eden Ozan Bey'in ise eşi bir Midillili hanımefendiymiş. Her ikisinin de rehberliğinden memnun kaldık açıkçası.



Şekil olarak Kuzey Ege'ye atılmış bir çınar yaprağına benzetilen Midilli, bir çınar ağacı gibi oldukça köklü bir tarihe sahip. Aynı bizim kıyılar gibi aslında...Şimdilerde kaderi tüm Yunan adaları gibi Avrupa'ya mültecilerin kapak atabileceği ilk durak. Limanda bekletilen, ne kabul edilen ne reddedilen onlarca insan harap ve bitap bekleme halindeydi. Trajedilerin yaşandığı Ege sularında ölmeden karaya çıkabilmiş olmaları mucizeyken, bu harap ve bitap bekleme hali belki de nimet. Allah kimseyi ülkesini terk etmek zorunda bıtakmasın...

Adını duyunca insanın aklına elbette o küçük atlar geliyor ama Aris son midillinin 2.Dünya Savaşı sırasında kesilerek yendiğini söylediğinde, içim çok fena acıdı.
Midilli, gösterişsiz ama güzel. Sade, abartısız ama ben buradayım diyor. Yunanistan'ın içinde bulunduğu zor ekonomik koşullardan dolayı anakaraya uzak bir ada olması ve fena halde komünist olması nedeniyle, çok da iyi bir katkı almıyor gibi. Ama Yunanistan'ın içişlerine karışmak bize düşmez. Belki de yanlış anlamışızdır, değil mi ?
Bu arada Lesbos adanın Yunanca ismi ve Midillililere Lesbiyen deniyor. Gel gör ki bu işte de maalesef insanların kötülüğünün payı var azıcık. Lesbiyenlik Midilli'den çıktı gibi laflar da var. Aris bize bunun Sappho'yu karalamak için eski bir kampanyadan yola çıktığını anlattı. Yunan kadın şair Sappho zamanında kadınları eğittiği bir okul açmış. Kadınlara felsefe, edebiyat ve hayata dair dersler veriyormuş. Ama sadece kadınlara pozitif ayrımcılık yaptığından bunu olumsuz anlamda kullanmışlar. Erkek dünyası kötü be...
Bugün Midilli merkezde Sappho'nun büstü var ve kızlı erkekli gençler toplanıyorlar o meydanda.
Lesbiyen Midillili demek ve kimse onu o anlamda düşünmüyor orada.

Biz bu gezimizde Midilli'nin kuzey ve doğu kıyıları ile orta-iç kısımlarında dolaştık. Gezimizin limandan sonraki ilk durağı Osmanlı dönemi ve sonrasında otel olarak kullanılan, 2.Dünya Savaşı sırasında hastane olarak hizmet veren  ve maalesef şu an harap vaziyette olan Sarlıca Palas'ta fotoğraf molası oldu.
Kuzeye doğru yolculuğumuz bizi Mantamados'a götürdü. Mantamados'da Aziz Taksiharhis kilisesini ziyaret ettik. Başmelek Taksiharhis adanın koruyucusu. Kilisedeki ikonanın savaş sırasında toprak altında saklandığı, tam söylenmemekle beraber onları kiliseye yapılan baskından koruduğu ve bu yüzden daha da kutsal olduğu ve burada dilenen dileklerin çoğunun gerçekleştiği, fakat eğer mum yakılıp dilek dilenecekse buraya bir adak da yapılması gerektiği anlatıldı. Bu adağın illa parasal bir şey olması gerekmediği, üzerimizdeki ceketin bir düğmesini bile kiliseye bağışlayabileceğimizin anlatılması da ilginç geldi açıkçası.
Ama, daha da ilginci kilisenin bahçesindeki uçaktı. Uçak da bir adakmış, bizzat pilotlarının hediyesi olan.
Mantamados'da ballı yoğurt yenir dediler, kilisenin bahçesindeki küçük kafeteryada ballı koyun yoğurdu ile biraz açlık bastırdıktan sonra, Molivos'a doğru çıktık yola.


Molivos adanın kuzeyinde şirin bir tatil beldesi.   Restorasyon nedeniyle kapalı olan adanın kalesi bölgenin tek tarihi eseri. Kaleden manzara müthiş,adadan Türkiye'ye bakmaksa hakikaten değişik... Zaten mültecilerin çoğu bu yönden gelmeye çalışıyormuş Midilli'ye. Söylediğim yön Behramkale (Assos) tarafı... Molivos sahilleri, siyah çakıl taşlarıyla dolu. Deniz suyunun 15-16 derecelerde olduğu söylendiğinde, Ayvalık'tan beter bir deepfreeze durumu olduğunu hissettim.
Molivos'ta Gatos Restaurant'ta öğle yemeğimizi yedik, bir Yunan Adası klasiği olarak, biraz ahtapot,biraz kalamar, patates ve Mythos ile...
Molivos'tan sonra otobüsümüz önce Petra'dan daha sonra da Kalloni'den geçerek geceyi geçireceğimiz Hotel Blue Sea'ye yerleşmek için şehir merkezine yöneldi.
Hotel Blue Sea, şehir merkezinde hemen limanın karşısında. Kendi halinde bizim 2 yıldızlı oteller seviyesinde küçük bir otel ama temiz. Önemli olan da bu zaten.
Şehir merkezinde, çarşıda ufak bir gezinti yapıyoruz.Adanın sahil silüetinde metal kubbesiyle dikkat çeken güzel Agios Therapontas kilisesi elbette ki bu gezintinin duraklarından.Şansıma bir Yunan düğününe de tanık oldum. İlahilerle kutsanan bu düğünde, dini ritüellerden hoşlanmayan Yunan gençlerinin bahçede düğünün bitmesini beklemesi de dikkat çekiciydi.
Bu arada bir şey farkettik, bütün kiliselerde çift başlı kartal olan bir bayrak ve Yunan bayrağı dalgalanıyordu.
Ertesi gün rehbere bunu sorduğumuzda, çift başlı kartalın İstanbul'daki Fener Rum Patrikhanesi'nin bayrağı olduğu ve Yunanistan'ın laik bir devlet olmayıp bizzat Patrikhane'ye bağlılığın devletin temeli olduğu öğrendiğimiz yeni bir bilgiydi.
Akşam yemeği için Panagiouda köyündeydik. Panagiouda, bir ara Atv'de izlediğimiz "İki Yaka Bir İsmail" dizisinin çekildiği yer. Kıyıda ve çok sevimli... Panagiouda'da bir Yunan gecesine davetliydik. Taverna ortamında "Stin Giamas" demek için ortam güzeldi. Şansımıza o akşam köyde balıkçı panayırı vardı. Panayır nedeniyle köyde bir halk dansları yarışması vardı. Biz dışarıdan bakınca hepsini sirtaki sanıyoruz ama, her havada oynanan oyun farklı. Hareketler farklı. Farklı yaş gruplarından, yaşlı genç, kişiler oyunlar oynadılar. Türk grubun orada olduğunu bildiklerinden, bizleri de aralarına aldılar. Biz yapamayız dememize rağmen, içtenlikle kabul ettiler. Hep beraber barışı yaşadık köy meydanında.


Ertesi gün, Agiassos köyü ile başladı gezimiz. Bu köyün adanın en zengin köyü olduğu (bir sürü banka şubesi olması buna gösterge) ve bunun sebebinin de Osmanlı sadrazamlarından birinin hasta kızının bu köyden bir papazın, buradaki şifalı otlarla yaptığı ilaçla iyileşmesinin ardından getirdiği vergi bağışıklığının ardından, kiliseye yakın yerleşimin artması (çünkü, kilise yakınına bu hakkın tanınması).
Köy deyip geçmemek lazım. Çok eski ve binlerce eserlik (hatta bir kısmı el yazması) kütüphanesi, tiyatrosu ve Bizans hazineleri ile dolu müzesi farklılıklardan bazıları.
Bu köyden edindiğimiz yöresel tat: Kaynari. Biz bilmiyorduk ama bizde de Kaynar deniyormuş bu sıcak içilen ot karışımına.
Agiassos dönüşü yolda Midilli'nin şairi Theophilos'un şiirlerini yazdığı ağaç kovuğu ve onun resmedildiği ama maalesef yok olmuş duvar resimlerini ziyaret ediyoruz.


Gezi bitti mi ? Hayır. Adanın kadın kaptanının kullandığı tekne ile Loutra'da öğle yemeği yedikten sonra, adada bizden kalan izlerin peşinde Namık Kemal'in sürgünde iken yaşadığı güzel evi maalesef dışarıdan görüyoruz. Köşk'ün müştemilatı önündeki çocuk heykellerinin üzerinde 2.Dünya Savaşı'ndan kalan kurşun delikleri ise savaşın bu güzel adada bıraktığı acı hatıraları gözler önüne seriyor sanki.

Gezi başladığımız yerde limanda bitti elbette. Bünye, yine dönmek istemedi. Her tatilde olduğu gibi ..

Son yolüstü lezzet durağı olarak yol üstünde bir yerde (Enjoy Cafe) daha önce denemediğim, tadını tahmin etsem de koskoca Yunan halkı çok sevdiğinden, bir şans daha veresim geldiği için Frappe denedim.
Gel gör ki ben kahveyi o Brezilya atasözündeki gibi: Gece kadar karanlık, cehennem gibi sıcak ve kadın kadar tatlı sevenlerdenim.

Üzgünüm Frappe...








Yorumlar

GEZGİNİN HARİTASI