BEN GELDİM, ORADA MISINIZ ?
Bir blog yazmaya başladığımda aradığım sadece kendimi dünyaya anlatmaktı. Blogdan önce kendi kendime yazıyordum, dolma kalemlerle küçük not defterlerine. Sonra bir e-posta grubum oldu ve sonra o grupta moderatörlük onuru geldi. Gel zaman git zaman dünya değişti, bu defa bloglar çıktı ortaya. Biz bundan uzak kalamazdık Ela'mla. Hemen edindik birer blog. İlk blog sitem, ki ben onu çok çabuk terk ettim, blogcu üzerindeydi. Şimdi girdim baktım, 10 yıl olmuş oraya "BİR KENTİ ISKALAMAMAK" başlıklı yazıyı ekleyeli. Zaten başka da eklememişim. Demek ki, akabinde bu sayfaya geçmişim.
Maalesef ki biliyorsunuz, bu sayfa altın günlerini kaybedeli çok oldu. Ela gittiğinden beri sesim soluğum eskisi gibi hiç olmadı aslında. Ama, şimdi dönüp bakıyorum kendime, yaptığım aslında yanlış.
Ben belli ki yazmayarak kendi ruhumu cezalandırmışım. En sevdiğim şeyi kendi elimden almışım. Oysa kimse engel olmamıştı bana... Hep bir bahane buldum kendime. İçimden gelmeyişine yordum bazı bazı. Bir de ondan sonra buralarda defalarca sözler verdim. Neredeyse her sene başı ya da burayı her açışımda yazmaya yeltendiğimde okuyucudan tonlarca özür dileyn ve aslında sırf bu yüzden zavallı görülecek bir sürü saçma sapan hareket...
Son altı ay içinde de belki bir ivme yakalarım diye bu sefer wordpress üzerindeki "http://kelebeginruyasi.wordpress.com" sayfasını hareketlendirmeye yeltendim. Ne beyhude hareketler oysa bunlar...
Ruhun yarımken neye meydan okuyordum acaba? Yeni site ile yeni ruh mu gelecekti ?
Aslında, o blog olayına da kıvılcım çakan Burçak'tı. Bir gün İZBAN'da karşılaştık akşam. Ara ara facebookta yeni yazmaya başladığı bloğundan paylaşımlar yapıyordu bir süredir. Onunla bunu konuşuyorduk ki, kendisine ilham verenin ben olduğunu söyleyiverdi. Bu arada tavsiye ederim, gayet de güzel yazıyor kendisi. Bakınız: https://burcaksenlersinmaz.wordpress.com/
Buyrun buradan yakın, blog hayatı kaymış bir yazara bundan iyi gaz verilebilir mi ? Gazı almasına aldık ama iki ufak yazı kırıntısından başka bir şey çıkmadı benden.
Her şeyin bir zamanı ve sebebi olduğuna dair inançlarım var benim.Belki de zamanı şu an.
Hayatım olabildiğince dağılmışken onu toparlamak yine bana düşüyor çünkü.
Şiir yazarken de blog yazarken de acıdan beslenen bir yazardım ben. Yazmak için kötü bir başlangıç ama sonuca bakalım, önemli olan yazmaksa. Şimdi tam zamanı.
İçimdeki acı konuşamadıkça birikiyor çünkü. Konuşup duramayacağıma göre yazmam şart.
Ne oldu bu kadar derinden etkileyecek, yaraları deşecek ve yeniden başlamayı tetikleyecek derseniz... Kahramanımı kaybettim. Şu an yanımda benimle olduğunu çok da iyi bildiğim, sadece göremediğim, sesini içimde duyduğum babam benden çok uzaklara gitti.
Bir kız çocuğu için babası bir yana dünya bir yanadır ya, bu kız çocuğu şimdi yarım kaldı işte. "Kumri"sine en son Kumrim diye Dokuz Eylül Üniversitesi'nde yatarken seslendi.
Hastalığın adını ve evresini bilse de insan;inadına mucize kovalıyor işte. İstatistiklere inat bir şeyler olur mu diye bekliyor. Ama olmuyor, olmuyor, olmuyor... Benim canımın içi,güzel babam direndi sonuna kadar. Gitmemek için her şeyi denedi. Onun acı çekmesine dayanamayıp, ben onun gözlerinin içine bakıp "git artık" demek zorunda kaldım.
İçine düştüğüm kocaman boşluğun ucu bucağı tabii ki yok !
Onun acı çekmesini hiç istemediğim için rahatlatmaya çalışıyorum kendimi. Ama, hiç olmadık bir yerde olmadık bir anda bir ses, bir olay, bir hareket getiriyor onu yanıma. Ya da o hep inandığım gibi aslında yanıbaşımda zaten....
Ve bana düşen yine direnmek... Dik durmak ve devam etmek...
Söylemesi yapması kadar kolay değil kuşkusuz.
Babasının kızı babasına yakışır davranmak zorunda ama.
Sırf bu yüzden yapmayı en iyi bildiğim şeyi yapmak zorundayım.
Ben bu gece geri dönüyorum buralara.
Yavaş yavaş pası gider ellerimin. İnanıyorum !
Rahat uyu babacığım, kumrin iş başında...
Yorumlar
Yorum Gönder