"THE YOUNG POPE" ÜZERİNE


"WARNING: CONTAINS SPOILERS- UYARI: SPOILER İÇERİR"

Facebook'ta çıkan bir reklam sonucu haberdar olduğum bir dizi, "Game of Thrones" yokluğunda ezilip giden ruhuma merhem oldu geçen hafta. Tesadüfen Hürriyet Kelebek'te Onur Baştürk'ün köşesinde de aynı dizinin final bölümünden ne denli sarsıcı olduğundan bahsedilince merakım zirveye çıktı bir anda.

Şöyle diyordu reklamda: Vatikan'a illallah dedirten bir papa ! Jude Law'un çarpıcı oyunculuğu ... Doğal olarak, titredim ve kendime geldim bir an. Jude Law'u düşününce ilk olarak aklıma The Holiday'deki Kate Winslet'ın yakışıklı kardeşi, iki kız çocuğu babası, sevimli İngiliz geliverdi. Sonrasında prensipli Dr.Watson ve daha da eskiye gidersem Yetenekli Bay Ripley'deki soğuk yakışıklı ... Jude işte !
İşte o Jude, bana bu yazıyı yazdırıyor bugün. Çünkü, bu dizi öyle böyle değil.

Bizim dizi yapımcılarının eline versen böyle bir konsepti, çok net söyleyebilirim en az 70 bölüm çıkartırlardı. Keşke verselerdi de çıkartsalardı, çünkü on bölümde bitince bu muhteşem hikaye, bendeniz fena halde boşlukta kaldım.

HBO, Sky ve Canal+ ortak yapımı olan ve her bölümü sinema filmi kalitesindeki bu eserin adı "The Young Pope", yani "Genç Papa". Biliyorsunuz, bugüne kadar seçilen tüm papalar hep yaşlı. Son Papa, Francis 80 yaşında mesela. 
Bizim papa kendine 13.Pius adını alıyor, ama asıl adı Lenny Belardo. İlk Amerikalı Papa ve sadece 47 yaşında ve inanılmaz yakışıklı. Bunu kendi de söylüyor zaten.
Papalık konklavında anlaşılmayan bir şekilde diğer adayların, ki bunlardan bir tanesi Lenny'yi yetiştiren Kardinal Spencer, arasından sıyrılarak papa seçiliyor ve hikaye başlıyor.

Aslına bakarsanız olay sadece bir Vatikan hikayesi de değil. Zaten dizinin tanıtım filmlerinde de bunun üzerinde duruluyor. Papa olmuş olsa da o hala Lenny. Hayatında kırılma noktası olan olay anne ve babasının onu yetimhaneye terk etmeleri. Öksüz bir birey olarak yetişmiş olmak, zaten tüm hücrelerine işlemiş durumda. Evet, bir din adamı olarak gelebileceği en üst seviyeye gelmiş olsa da, iktidara kavuşsa da, altında ezildiği bir yük olarak kalbinin orta yerinde onu esir almış durumda.
Jude Law, katıldığı televizyon programlarında da hikayeyi anlatırken, dizinin Akademi Ödüllü yönetmeni Paolo Sorrentino'ya Papa'yı nasıl canlandıracağını ve bunun çok zor olduğunu söylediğini, ve Paolo'nun onun Papa olduğunu bir kenara bırakarak, bunun aslında bir adamın kendi hikayesi olduğunu ve bunun üzerinden gitmesini kendine söylediğini anlatıyor.
Gördüğümüz de aslında tam olarak bu. 

Bir kere karşımızda inanılmaz zeki, esprili, ukala, algıları açık, insanların yeteneklerini nasıl kendisi için kullanabileceğini bilen, deli gibi sürekli sigara içen, hayatının bir döneminde aşkı tatmış ve maalesef yarım kalmış, egosu güçlü, yakışıklı, dibine kadar seksi ve bir o kadar da küstah bir adam var. Ama, diğer taraftan da soğuk ve uzak kalmaya çalışırken aslında çok ciddi sevilmeye ihtiyaç duyan bir adam...
Katolik dünyasının lideri olsa da Tanrı'nın varlığına inanıp inanmadığı konusunda şüpheler yaratan, "Çıkartacak günahım yok" diyecek kadar kendinden emin, dua ederken "Seninle konuşmamız lazım" diye başlayıp emir kipiyle devam edebilecek kadar güçlü bir rahip aynı zamanda. Hatta belki de bir aziz, dualarıyla gerçekleşen mucizeler var.


Genç bir Papa ama fikirleri Orta Çağ seviyesinde. Eşcinsellik, kürtaj gibi konulara karşı keskin duruşu ve geri adım atmayan tavrı ile yaratığı şaşkınlık, Vatikan içinde kendisine karşı cepheleşmelerin doğmasına neden olduğu gibi, toplumda da puan kaybetmesine neden oluyor. Kilisenin kendisinden daha önemli olduğunu düşündüğü için San Pietro'da yüzünü göstermediği, ve "Beni hak etmiyorsunuz" diye bitirdiği ilk vaaz ve yine aynı sebepten herhangi bir yere fotoğraf vermediği için yarattığı gizem ile yeri geldiğinde San Pietro'daki üç-beş kişiye hitap etmek zorunda kalıyor. Bütün bunlar kendi kendisi ile yüzleşmek zorunda da bırakıyor onu.

Kendisine karşı oluşan muhalefetle mücadele etmek için başvurduğu yöntemler de biraz değişik. Günah çıkartmakla görevli rahipten çıkartılan günahların dökümünü alıyor her akşam mesela. Hakkında ne konuşuluyor, soruyor soruşturuyor.
Muhalefet demişken muhalefetin başında Kardinal Genel Sekreter var, Silvio  Orlando'nun muhteşem bir oyunculukla canlandırdığı Kardinal Voiello, zararsız olacağı için seçtikleri anlaşılan yeni Papa'nın kilisede devrim yaratmaya karar vermesi ile beklemedikleri bu yeni durumla mücadele etmek için türlü türlü yollara başvuruyor. Buna kirli yollar da dahil... Malum, Papa'nın değişmesi için ölmesi ya da istifa etmesi gerekiyor.

Peki, hiç mi desteği yok Pius'un ? Var:Rahibe Mary. Yetimhanede kendisini karşılayan ve onunla ilgilenen ve belki de çocukluk aşkı olan, ama daha önemlisi gerçek annesi onu terk ettiği için hayatındaki anne figürü olan tek kadın. Yeri geliyor ona fikir veriyor, yeri geliyor onun yerine basın toplantısına çıkıyor, hatta gece ortadan kaybolduğunda meraklanıyor, Voiello'ya kadar gidip soruyor. Ama, benim için en sevimli kısmı gece odasına çekilince giydiği tişört: I'M A VIRGIN. BUT THIS IS AN OLD T-SHIRT (Bakireyim. Ama, bu eski bir tişört.) Bir de aslında Voiello ile aralarında bir etkileşim var ama gel gör ki yasaklar ...
Sophie isimli karakter ise Vatikan'ın halkla ilişkiler kısmının başında. Papa'nın eskiye yakın ruhu ile yaşından kaynaklanan modernliğini dengeleyen aslında tam da Sophie.
Rahip Gutierrez var bir de destekçi, sonradan Kardinal olan. Alkolik rahibimiz, Voiello'nun casusluk yaptırmaya çalıştığı biri. Ama, yer mi Lenny bunları ? Yemez.

Aslında 10 bölümün hepsini de yazasım var, öyle ki galiba hepsini baştan tekrar tekrar da izleyeceğim ben. Ama, 5.bölümde Sistine Şapelinde Kardinallere yapacağı konuşmaya hazırlanışı sırasında LMFAO'nun "Sexy and I Know It" eşliğindeki müthiş eğlenceli giyinme sahnesi, Sistine Şapeline tahterevan üzerinde ayakta girişindeki görkem, anlatılmaz yaşanır. Ya da benim gibi defalarca Youtube'dan izlenir. Bu arada dizinin Sistine Şapelinde çekilmediği, Şapelin birebir aynı ölçüde yeniden inşa edildiği, Mikelanjelo'dan sonra bunun belki de ilk olduğu, Vatikan'daki Papalık ofislerinin de benzer şekilde yeniden yapıldığı da ayrı bir gerçek. Kıyafetlerin tamamen el dokuması olarak tek tek işlendiğini,Vatikan'dan kıyafetlerle ilgili uzman desteği alındığını da yaptığım araştırmalarda gördüm. Öyle ki, kaftan gibi bir şey var, yukarıda bahsettiğim sahnede kırmızılı olanını giyiyor Jude Law. Bir sohbet programında Jude onu giymenin çok zor olduğunu, oldukça ağır olduğunu, altı tane halı giymek gibi olduğunu söylüyordu.

Diyeceksiniz hepsi bu mu ? Değil ! 

Çocukları olmayan Esther ve eşinin sevişme sahnesinde içindeki bütün o karmaşık duygularla, bir yandan şehvet bir yandan inanç ile yüzü kıpkırmızı, damarları çıkarken Esther için dua etmesi, ziyarete gelen İtalya Başbakanına bütün ukalalığı ve buyurganlığı ile dalga geçerek istediğini yaptırması ve sonra bunu "aşağılayarak istediğimi yaptırdım" diyerek gayet rahat anlatması ve belki de böylece aslında hayat dersi vermesi, Gutierrez ile son bölümde yaptığı konuşmada "Doğru motivasyonla dünyayı değiştirebilirsin" diyerek bize bir motto kazandırması unutulmazlar arasında.

8.Bölümde Afrika'da diktatörün desteğiyle gücünü kötüye kullanan Rahibe Antonia ve orada gördüklerinin etkisiyle, barış üzerine yaptığı olağanüstü konuşmaya katılmamak mümkün değil. 

10.bölümün son kısmında, Tanrı'nın varlığını bir azize hikayesi içerisinde bir gülümseyişle kanıtlayarak, aslında insanın yaradanın bir yansıması olduğuna ulaşarak bir nevi tasavvufi bir açılım yapması ise etkileyiciydi açıkçası. Ama, finalin geldiğini bilirken bitsin istemedim doğrusu ve gerçekten öyle bir kalakaldım ki... SAR-SIL-DIM !
İkinci sezon çekilecek gibi durmasa da bazı sitelerde çekileceğine dair söylentiler de var.
Bünyem sanırım bu görsel şölenin bittiğini kabul etmek istemiyor.

Son olarak: Gençliğinde Californialı kız arkadaşına yazdığı ama asla gönderemediği mektup ile kapatayım bu hikayeyi.
"What is more beautiful, my love? Love lost or love found? Don't laugh at me, my love. I know it, I'm awkward and naive when it comes to love, and I ask questions straight out of a pop song. This doubt overwhelms me and undermines me, my love. To find... .or to lose? All around me, people don't stop yearning. Did they lose or did they find? I can't say. An orphan has no way of knowing. An orphan lacks a first love. The love for his mama and papa. That's the source of his awkwardness, his naiveté. You said to me, on that deserted beach in California, "you can touch my legs." But I didn't do it. There, my love, is love lost. That's why I've never stopped wondering, since that day: where have you been? Where you are now? And you, shining gleam of my misspent youth, did you lose or did you find? I don't know. And I will never know. I can't even remember your name, my love. And I don't have the answer. But this is how I like to imagine it, the answer. In the end, my love, we have no choice. We have to find.

Daha güzel olan ne aşkım? Kaybedilen aşk mı yoksa bulunan aşk mı ? Gülme bana aşkım. Biliyorum onu, konu aşk olunca garip ve safım ve bir pop şarkısından çıkıp gelen sorular soruyorum. Bu şüphe beni baskı altına alıyor ve beni zayıflatıyor aşkım. Bulmak mı... yoksa kaybetmek mi ? Etrafımda insanlar özlem duymayı bırakmıyorlar. Kaybettiler mi yoksa buldular mı ? Söyleyemem. Bir öksüzün bunu bilme yolu yoktur. Bir öksüzün ilk aşkı eksiktir. Anne ve babasına olan aşk. Garipliğinin ve saflığının kaynağı budur. California'da o ıssız kumsalda bana "Bacaklarıma dokunabilirsin" dedin. Fakat, ben yapmadım. Orada, aşkım, aşk kayboldu. Bu nedenle, o günden beri merak etmeyi hiç bırakamadım: Neredeydin ? Şu an neredesin ? Ve sen, yanlış harcanmış gençliğimin parlak ışıltısı, sen kaybettin mi yoksa buldun mu ? Bilmiyorum. Ve asla bilmeyeceğim. Adını bile hatırlayamıyorum aşkım. Ve cevaba sahip değilim. Fakat bu şekilde cevabı hayal etmeyi seviyorum. Sonunda, aşkım, başka seçeneğimiz yok. Bulmak zorundayız."


Aşk mektubu Jude Law'un kendi sesinden 

Kamera arkası -HBO

Sexy and I know it :)

 



Yorumlar

GEZGİNİN HARİTASI