I FOUND MY LOVE IN PORTOFINO (2.GÜN)
PORTOFINO BEKLE BİZİ ...
Dünün üşümüşlüğü ve yorgunluğu bir nevi jet lag etkisi yaratmış olsa gerek ki, gece çok çabuk uykunun kollarına yol aldık Milano'daki evimiz saydığımız otelimizde. Ellbette ki, uykunun arasında da olsa çakan şimşeklerin yarattığı gürültü, belli belirsiz bir heyecan da yaratmıyordu değil. Malum, sabah yolculuk Portofino'yaydı ve yağmur demek fırtına demek, fırtına ise teknenin çalışmaması, teknenin çalışmaması ise Portofino'yu unutmak demekti.
Evet, tüm gece yağmur yadı. Sabah kahvaltısının ardından yola çıktık ama yola çıkarken de yağmur başladı. Kabus devam mı ediyordu ?
Otobüsümüz otoyolda ilerlerken Cenk Bey, bize İtalyan tarihinden bahsediyordu bol bol. Bu arada enteresan bir bilgi size. Geçtiğimiz otoyol, iki gidiş iki gelişlik dar bir otoyol, emniyet şeridi de yok. Diyeceksiniz koskoca Avrupa, nasıl yani ? Peki ben de size o yolların ta 1920'lerde, Mussolini zamanında yapıldığını söylesem...Farklar böyle böyle birikiyor ülkeler arasında.
Yol boyunca, o meşhur bulmaca nehrinin yani Po'nun üzerinden de geçiyoruz, bir de Piyemonte'yi görüyoruz açıktan da olsa.
Bu arada Cenk Bey, beklediğimiz telefonu aldı. Portofino'da hava güzeldi ve tekneler çalışıyordu. Bekle bizi geliyoruz ...
Dağları aşıp, otoyoldan çıkıp küçük sevimli bir kasabaya giriyoruz. Rengarenk evleriyle bizi karşılıyor. Her halinden anlaşılıyor ki burası sayfiye yeri. Adının Rapallo olduğunu öğreniyoruz bu güzel kasabanın. Hatta enteresan bir mimari öğe de gösteriyor bize Cenk Bey. Rönesans mimarisindeki pencere kenarlarındaki mermerden süslemelerin buradaki evlerde boya ile çizlerek yapıldığını, üç boyutlu görüntüsüyle onu çağrıştırdığını ve bunun da tamamen ekonomik nedenleri olduğunu öğreniyoruz.
Rapallo, 1.Dünya Savaşı sonrası 1922'de Almanya ile Sovyetler Birliği arasındaki bir anlaşmanın da ev sahibi aynı zamanda, bu anlaşmanın yapıldığı sahildeki Imperial Otel hala duruyor ve faal.
Rapallo için bu adrese göz atabilirsiniz:
http://www.comune.rapallo.ge.it/index.php?id_sezione=nat&id_cat=1&id_oggetto=9
Rapallo'dan sonraki durağımız, bizi aynı zamanda Portofino'ya götürecek teknenin de kalktığı yer : Santa Margherita Ligure. Adını, Antakya'lı bir azizeden alıyor bu güzel kasaba. Zaten ilginçtir, İtalya'da elimizi nereye atsak bir şekilde Anadolu'ya çıkıyor yollar. Aziz ya da azizelik bir şekilde mucizeye konu olmakla ilgili bir şey ya : Margherita'nın ki de böyle bir hesap. Kendisini yakmak için ateş yakıldığı sırada, öyle böyle değil bir yağmur inmiş ki, ateş sönmüş.Neyse Portofino'ya kalkan teknenin demirli olduğu iskelede işte bizim Margherita'nın heykeli var ve Margherita koruyucu azize..
20 dakikalık bir tekne seyahatinin ardından huzurlarınızda Portofino. Kulaklarda o güzel ezgisiyle, "I found my love in Portofino"nun Portofino'su ... Yıllardır düşünülen, merak edilen ama asla gidelebilineceğine inanılmayan Portofino. İnternette bulunan fotoğraflarından daha güzel .... Küçücük bir koyun kıyısına inşa edilmiş rengarenk, pastel rengi evleriyle, koyda salınan tekneleri, açıklarındaki güzel yatlarıyla, malikaneleriyle (hatta biri Armani'nin), küçük sevimli kafelerle süslü sahiliyle gerçek bir Akdeniz güzeli. İçine yerleşik halkın otomobilleri dışında motorlu taşıt sokmayacak kadar özenilen bir mücevher. Gördüğüm güzelliği anlatmaya kelimelerim yetmez ki ...
Portofino dönüşü Santa Margherita Ligure'de öğle yemeği molası verdik, elbette ki rehberimizin önerileriydi bizi burada yemek yemeye ikna eden. Malum Portofino bir mücevher ve tüm mücevherler gibi pahalı. Sokak aralarına daldık, minik restoranlardan rastgele birini seçtik, tabii seçmeden önce dükkanın girişindeki tabeladan servis ücreti olan "coperto"ya da baktık. Az olması tercih nedeni. İtalya'da nereye giderseniz gidin o ücret alınıyor işte. Bizim memlekete benzemez. Neyse, efendim tesadüfen girdiğimiz bu lokanta esnaf lokantası görünümlü bir yer. Hatta girişteki tezgahında tepsiler, tepsiler içinde yemekler falan...Zannediyorsunuz ki ufacık bir yer. İçeri girince iki odaya yayılmış olduğunu fark ediyoruz." English Menu" bile var. Ne yedik derseniz ilk "pasta" deneyimimiz burada. Pasta denince elbette ki bildiğimiz pasta değil, pasta makarnanın İtalyancası. Zaten İtalya'da ne yenir, ya pasta ya pizza :) Ben pesto soslu, Ulus'um napoliten tercih ediyor spagettiyi. Spagettimiz yassı, linguini. Pesto harbi pesto, pesto genoise. Zira Cenova'nın kıyısındayız. Spagetti demişken aklınızda bulunsun. İtalya'nın kuzeyinde spagetti yerken asla kaşık kullanılmazmış. Eğer kaşık istersen, iki olasılık var : Ya Napolilisin ya da turist. Neyseki biz turistiz ve kaşık isteme hakkımız var. Gözünü sevdiğim Napoli, ne sıcak ne de doğal bir yersin...Napoli'ye açtığımız parantezi şimdilik kapatalım.Oraya son gün döneceğiz.
Spagetti yanında Birra Morretti alıyoruz, güzel bir İtalyan birası, kod adı Il Baffo. Tavsiye edilir fena halde.Arkasından tatlı olarak gerçek bir tiramisu tercih ediyoruz. Bizdeki gibi koftiden değil, altında kek değil, kedi dili, içinde muhtemelen ricotta ve rom. Çok güzel çok...Bütün bunları yediğimiz yer Trattoria Da Pezzi (Via Cavour No: 21 adresinde, kiliseye giden sokak üzerinde), Trip Advisor'ın önerdiği yerler arasındaymış, hesabı ödeyip çıktığımızda vitrinde gördük. İsterseniz siz de okuyabilirsiniz (http://www.tripadvisor.com.tr/Restaurant_Review-g187827-d1672836-Reviews-Trattoria_da_Pezzi-Santa_Margherita_Ligure_Italian_Riviera_Liguria.html)
Yemek molasından sonra otobüsümüzde tekrar buluşup günün son gezisi için Genova'ya gidiyoruz. (Özellikle Genova yazıyorum, İtalyanlar gibi olsun)
Evet, Cenova renkli Portofino'dan sonra çok kirli ve paslı, ama aslında kendi halinde bir kozmopolis belki de. Sadece büyük, karışık ve tehlikeli, hem bunda ne var ki ?
Otobüste rehberimiz uyarıyor "Burada hırsız çoktur. Çantalara, cüzdanlara dikkat". Gerçekten de otobüsten indiğimizde esmer vatandaşlar etrafımızı sarıyor dört koldan, her yerde mülteciler var. Bir şey satmaya çalışan ya da öylesine etrafta dolanan. Hatta biz grubu en arkadan takip ettiğimiz bir sırada arkadan bizi takip ettiğini fark ettiğimiz biri fark edildiğini anlayınca acilen kayboldu. Yine, daha sonra gruptan birinin az kalsın soyulduğunu öğrendik. Dönüşe geçtiğimizde otobüs camından, sote bir yerde çaldığı çantayı karıştıran birine de rast geldik.
Neyse efendim, Cenova Limanı'ndan başladık gezintimize. Cenova'nın liman bölgesi eski sarayların yan yana sıralandığı eski bir şehir görüntüsü veriyor. Bu Amin Maalouf'un "Yüzüncü Ad"da Baldassare'nin ağzından anlattığı Cenova profili ile o denli aynı ki ...
Sarayların arasında yeri geliyor bir kişinin geçebildiği sokaklar var. Buralar doku olarak Karaköy'e benziyor. Malum Galata Ceneviz bölgesi. Olacak o kadar ... Dahası şaşırmayın, liman bölgesinde Galata Denizcilik Müzesi var. Onlar, İstanbul'u unutmamış.
Genova'nın bir numaralı kahramanı Kristof Kolomb, siz İspanyol mu bilirdiniz ? Ben de... Ama, gel gör ki İtalyanmış. Adama hem sahip çıkmamışlar zamanında hem de şimdi onu turistik meta haline getirmişler. Santa Margherita Ligure sahilinde gördüğümüz heykelinden sonra, burada hem evini hem de gemisini gördük. Ev demişken, rehberimizin anlattığına göre başlangıçta "burada doğduğu sanılıyor" denirken, sonradan "burası Kristof Kolomb'un evidir" denilip çıkılmış işin içinden.
Cenova'da nereleri gördük diye sorarsanız: Ferrara Meydanı, Borsa Binası, Merkez Binası, Dil Enstitüsü, Katedral, Soprano Kapısı ve adını hatırlamadığım daha bir çok bina ve daracık sokak. İkinci günün gecesini geçirmek için tekrar Milano'daki yuvamıza dönüyoruz.
Otel odasında Sky Calcio'dan Inter-A.C. Milan derbisi ise Milano'ya dair tatlı bir anı.
Bu arada Cenova'dan aldığımız ve otelde içtiğimiz Tavernello isimli şarap, karton kutuda ve sadece 1,30 € olmasına rağmen, güzel bir deneyimdi. Bu da akşama dair lezzet durağım olsun.
Sırada Garda Gölü, Sirmione ve Verona var... Ama önce biraz uyku !
Dünün üşümüşlüğü ve yorgunluğu bir nevi jet lag etkisi yaratmış olsa gerek ki, gece çok çabuk uykunun kollarına yol aldık Milano'daki evimiz saydığımız otelimizde. Ellbette ki, uykunun arasında da olsa çakan şimşeklerin yarattığı gürültü, belli belirsiz bir heyecan da yaratmıyordu değil. Malum, sabah yolculuk Portofino'yaydı ve yağmur demek fırtına demek, fırtına ise teknenin çalışmaması, teknenin çalışmaması ise Portofino'yu unutmak demekti.
Evet, tüm gece yağmur yadı. Sabah kahvaltısının ardından yola çıktık ama yola çıkarken de yağmur başladı. Kabus devam mı ediyordu ?
Otobüsümüz otoyolda ilerlerken Cenk Bey, bize İtalyan tarihinden bahsediyordu bol bol. Bu arada enteresan bir bilgi size. Geçtiğimiz otoyol, iki gidiş iki gelişlik dar bir otoyol, emniyet şeridi de yok. Diyeceksiniz koskoca Avrupa, nasıl yani ? Peki ben de size o yolların ta 1920'lerde, Mussolini zamanında yapıldığını söylesem...Farklar böyle böyle birikiyor ülkeler arasında.
Yol boyunca, o meşhur bulmaca nehrinin yani Po'nun üzerinden de geçiyoruz, bir de Piyemonte'yi görüyoruz açıktan da olsa.
Bu arada Cenk Bey, beklediğimiz telefonu aldı. Portofino'da hava güzeldi ve tekneler çalışıyordu. Bekle bizi geliyoruz ...
Dağları aşıp, otoyoldan çıkıp küçük sevimli bir kasabaya giriyoruz. Rengarenk evleriyle bizi karşılıyor. Her halinden anlaşılıyor ki burası sayfiye yeri. Adının Rapallo olduğunu öğreniyoruz bu güzel kasabanın. Hatta enteresan bir mimari öğe de gösteriyor bize Cenk Bey. Rönesans mimarisindeki pencere kenarlarındaki mermerden süslemelerin buradaki evlerde boya ile çizlerek yapıldığını, üç boyutlu görüntüsüyle onu çağrıştırdığını ve bunun da tamamen ekonomik nedenleri olduğunu öğreniyoruz.
Rapallo, 1.Dünya Savaşı sonrası 1922'de Almanya ile Sovyetler Birliği arasındaki bir anlaşmanın da ev sahibi aynı zamanda, bu anlaşmanın yapıldığı sahildeki Imperial Otel hala duruyor ve faal.
Rapallo için bu adrese göz atabilirsiniz:
http://www.comune.rapallo.ge.it/index.php?id_sezione=nat&id_cat=1&id_oggetto=9
Rapallo'dan sonraki durağımız, bizi aynı zamanda Portofino'ya götürecek teknenin de kalktığı yer : Santa Margherita Ligure. Adını, Antakya'lı bir azizeden alıyor bu güzel kasaba. Zaten ilginçtir, İtalya'da elimizi nereye atsak bir şekilde Anadolu'ya çıkıyor yollar. Aziz ya da azizelik bir şekilde mucizeye konu olmakla ilgili bir şey ya : Margherita'nın ki de böyle bir hesap. Kendisini yakmak için ateş yakıldığı sırada, öyle böyle değil bir yağmur inmiş ki, ateş sönmüş.Neyse Portofino'ya kalkan teknenin demirli olduğu iskelede işte bizim Margherita'nın heykeli var ve Margherita koruyucu azize..
![]() |
Santa Margherita Ligure |
20 dakikalık bir tekne seyahatinin ardından huzurlarınızda Portofino. Kulaklarda o güzel ezgisiyle, "I found my love in Portofino"nun Portofino'su ... Yıllardır düşünülen, merak edilen ama asla gidelebilineceğine inanılmayan Portofino. İnternette bulunan fotoğraflarından daha güzel .... Küçücük bir koyun kıyısına inşa edilmiş rengarenk, pastel rengi evleriyle, koyda salınan tekneleri, açıklarındaki güzel yatlarıyla, malikaneleriyle (hatta biri Armani'nin), küçük sevimli kafelerle süslü sahiliyle gerçek bir Akdeniz güzeli. İçine yerleşik halkın otomobilleri dışında motorlu taşıt sokmayacak kadar özenilen bir mücevher. Gördüğüm güzelliği anlatmaya kelimelerim yetmez ki ...
![]() |
I found my love in Portofino |
Portofino dönüşü Santa Margherita Ligure'de öğle yemeği molası verdik, elbette ki rehberimizin önerileriydi bizi burada yemek yemeye ikna eden. Malum Portofino bir mücevher ve tüm mücevherler gibi pahalı. Sokak aralarına daldık, minik restoranlardan rastgele birini seçtik, tabii seçmeden önce dükkanın girişindeki tabeladan servis ücreti olan "coperto"ya da baktık. Az olması tercih nedeni. İtalya'da nereye giderseniz gidin o ücret alınıyor işte. Bizim memlekete benzemez. Neyse, efendim tesadüfen girdiğimiz bu lokanta esnaf lokantası görünümlü bir yer. Hatta girişteki tezgahında tepsiler, tepsiler içinde yemekler falan...Zannediyorsunuz ki ufacık bir yer. İçeri girince iki odaya yayılmış olduğunu fark ediyoruz." English Menu" bile var. Ne yedik derseniz ilk "pasta" deneyimimiz burada. Pasta denince elbette ki bildiğimiz pasta değil, pasta makarnanın İtalyancası. Zaten İtalya'da ne yenir, ya pasta ya pizza :) Ben pesto soslu, Ulus'um napoliten tercih ediyor spagettiyi. Spagettimiz yassı, linguini. Pesto harbi pesto, pesto genoise. Zira Cenova'nın kıyısındayız. Spagetti demişken aklınızda bulunsun. İtalya'nın kuzeyinde spagetti yerken asla kaşık kullanılmazmış. Eğer kaşık istersen, iki olasılık var : Ya Napolilisin ya da turist. Neyseki biz turistiz ve kaşık isteme hakkımız var. Gözünü sevdiğim Napoli, ne sıcak ne de doğal bir yersin...Napoli'ye açtığımız parantezi şimdilik kapatalım.Oraya son gün döneceğiz.
Spagetti yanında Birra Morretti alıyoruz, güzel bir İtalyan birası, kod adı Il Baffo. Tavsiye edilir fena halde.Arkasından tatlı olarak gerçek bir tiramisu tercih ediyoruz. Bizdeki gibi koftiden değil, altında kek değil, kedi dili, içinde muhtemelen ricotta ve rom. Çok güzel çok...Bütün bunları yediğimiz yer Trattoria Da Pezzi (Via Cavour No: 21 adresinde, kiliseye giden sokak üzerinde), Trip Advisor'ın önerdiği yerler arasındaymış, hesabı ödeyip çıktığımızda vitrinde gördük. İsterseniz siz de okuyabilirsiniz (http://www.tripadvisor.com.tr/Restaurant_Review-g187827-d1672836-Reviews-Trattoria_da_Pezzi-Santa_Margherita_Ligure_Italian_Riviera_Liguria.html)
Yemek molasından sonra otobüsümüzde tekrar buluşup günün son gezisi için Genova'ya gidiyoruz. (Özellikle Genova yazıyorum, İtalyanlar gibi olsun)
Evet, Cenova renkli Portofino'dan sonra çok kirli ve paslı, ama aslında kendi halinde bir kozmopolis belki de. Sadece büyük, karışık ve tehlikeli, hem bunda ne var ki ?
Otobüste rehberimiz uyarıyor "Burada hırsız çoktur. Çantalara, cüzdanlara dikkat". Gerçekten de otobüsten indiğimizde esmer vatandaşlar etrafımızı sarıyor dört koldan, her yerde mülteciler var. Bir şey satmaya çalışan ya da öylesine etrafta dolanan. Hatta biz grubu en arkadan takip ettiğimiz bir sırada arkadan bizi takip ettiğini fark ettiğimiz biri fark edildiğini anlayınca acilen kayboldu. Yine, daha sonra gruptan birinin az kalsın soyulduğunu öğrendik. Dönüşe geçtiğimizde otobüs camından, sote bir yerde çaldığı çantayı karıştıran birine de rast geldik.
Neyse efendim, Cenova Limanı'ndan başladık gezintimize. Cenova'nın liman bölgesi eski sarayların yan yana sıralandığı eski bir şehir görüntüsü veriyor. Bu Amin Maalouf'un "Yüzüncü Ad"da Baldassare'nin ağzından anlattığı Cenova profili ile o denli aynı ki ...
Sarayların arasında yeri geliyor bir kişinin geçebildiği sokaklar var. Buralar doku olarak Karaköy'e benziyor. Malum Galata Ceneviz bölgesi. Olacak o kadar ... Dahası şaşırmayın, liman bölgesinde Galata Denizcilik Müzesi var. Onlar, İstanbul'u unutmamış.
Genova'nın bir numaralı kahramanı Kristof Kolomb, siz İspanyol mu bilirdiniz ? Ben de... Ama, gel gör ki İtalyanmış. Adama hem sahip çıkmamışlar zamanında hem de şimdi onu turistik meta haline getirmişler. Santa Margherita Ligure sahilinde gördüğümüz heykelinden sonra, burada hem evini hem de gemisini gördük. Ev demişken, rehberimizin anlattığına göre başlangıçta "burada doğduğu sanılıyor" denirken, sonradan "burası Kristof Kolomb'un evidir" denilip çıkılmış işin içinden.
Cenova'da nereleri gördük diye sorarsanız: Ferrara Meydanı, Borsa Binası, Merkez Binası, Dil Enstitüsü, Katedral, Soprano Kapısı ve adını hatırlamadığım daha bir çok bina ve daracık sokak. İkinci günün gecesini geçirmek için tekrar Milano'daki yuvamıza dönüyoruz.
Borsa - Cenova |
Otel odasında Sky Calcio'dan Inter-A.C. Milan derbisi ise Milano'ya dair tatlı bir anı.
Bu arada Cenova'dan aldığımız ve otelde içtiğimiz Tavernello isimli şarap, karton kutuda ve sadece 1,30 € olmasına rağmen, güzel bir deneyimdi. Bu da akşama dair lezzet durağım olsun.
Sırada Garda Gölü, Sirmione ve Verona var... Ama önce biraz uyku !
Yorumlar
Yorum Gönder