TOSCANA'YA GİRİŞ (5.GÜN)

FLORANSA'YA GİDİYORUZ

"Sen Uyurken" isimli hoş bir romantik komedi vardır, bilmem izlediniz mi ? Sandra Bullock ve Bill Pullman vardır başrollerinde. Bu filmin konumuzla ilgisi nedir derseniz, başroldeki Lucy karakteri hep cebinde bir pasaportla gezmektedir, çünkü hayali bir gün Floransa'ya gidebilmektir. Filmin sonunda Lucy balayına Floransa'ya gider. Bense bu filmi izlediğim günden beri Floransa'yı merak eder dururdum.
Biliyorum, yazdığım her şehir için aynı cümleyi kurar gibiyim, ama Floransa da merakımın fazla olduğu şehirlerdendi.
En merak ettiğimi ise daha anlatmadım size. Bekleyin biraz daha.

Gelelim yol hikayesine.

Sabah yola çıktığımızda Padova yine yağışlıydı. her ne kadar hava durumu her sabah takip ettiğim TG5 kanalında Pisa için parçalı bulutlu 28 derece olarak geçmekte ise de bulutlu, hatta yağmurlu bir sabahla karşılaşmak "ne kıyafet giyeceğim, ayakkabılar ne olacak" gibi konularda korku yaratmadı değil. Sonuç : Sırt çantası yine Cevat Kelle modunda, yağmur yağarsa diye Verona'dan alınan devasa şemsiye, ayakkabılar yağmura uygun olmadığı için ekstradan parmak arası terlikler, eşim için deri ayakkabılar, üstüme kalın bir şeyler vs.

Gel gör ki Bologna yolu aynen hava durumunda anlatıldığı gibi fena halde yağışlıydı. Rehberimiz Cenk Bey, Floransa'da çok yol yürüyeceğimizi söylediğinde 2.Verona Vakası yaşar mıyız korkusu her yanımı sardı hemencecik. Şükür ki, bizim Floransa İtalyanların Firenze dediği yerde güneş vardı.

Şehrin surlarından içeri girdik ve turumuza San Marco Meydanından başladık. Rönesans mimarisi ile daha hemen otobüsten indiğimiz yerde tanıştık desek yalan olmaz. Floransa büyük bir şehir, başkent olması düşünülmüş bir şehir. Benim gibi bir siyaset bilimci için ise Il Principe'de anlatılan Medicilerin şehri demek. Yani önemli çok önemli.

Fiorentina bu şehrin takımı, armasındaki Fleur de Lys, yani zambak şehrin sembolü. Biliyorsunuz, Imperatore Fatih Terim Fiorentina'yı yönetmişti.

San Marco'dan sonra yürüyüşümüz boyunca Michelangelo'nun Davut Heykelinin aslının bulunduğu Güzel Sanatlar Müzesinin yanından geçiyoruz ve karşıdan sokağın meydana açıldığı yerde Il Duomo bizi karşılıyor. Il Duomo, harbiden Duomo. Kocaman kırmızı bir kubbeye sahip Santa Maria Del Fiore. Çok süslü, cidden gotik, yeşil ve beyaz mermerlerden oluşan ihtişam, üzerinde zambak figürleri.






Il Duomo'nun karşısında mütevazi ve küçük vaftizhane, ama vaftizhanenin kapısında öyle ihtişam var ki, Dan Brown bile anlattı Cehennem'de. Bu kapıya "Cennetin Kapısı" deniyor. benim için anlamıysa bu seyahat boyunca kaybolduğum tek yer demek. İhtişamlı kapının fotoğraflarını çekeyim derken bir anda etrafımı saran turist kalabalığında grubu kaybettim işte. Telefonla ulaşmaya çalıştım Ulus'a ama uluslararası dolaşım yamuk yaptı bize. Rehbere ulaştım ondan da yolu yanlış anlayınca ters yöne gittim. Neyse ki sonunda buluştuk, yoksa tek çarem carabinieri idi.




Michelangelo'nun meşhur Davut heykelinin replikasını Palazzo Vecchio önünde gördük. Rönesans şehri demişken biraz önce, rönesans yapılarında giriş katı ıvır zıvır, 1.kat anne-baba, 2.kat çocuklar, 3.kat (çatı) hizmetkarlarca kullanılırmış. Bütün binaların üzerinde bilinen bütün rönesans sanatçılarının heykelleri var. Büyük zenginlik ... Senyörler Meydanı'ndaki Senyörler Locası da sahip olduğu inanılmaz heykellerle görülmeye değer.
Bu arada Palazzo Vecchio içinde tesadüfen bir düğüne rastladık. Genç çiftin mutluluğuna tanık olmak ve sadeliğin zerafetini görmek güzeldi.



Yol bizi Arno nehri üzerindeki Ponte Vecchio'ya götürdü. Rialto Köprüsüne benzeyen özel bir köprüydü bu, kasaplarla dolu iken Medici kaprisi ile kasaplar kaldırılıp kuyumcularla doldurulmuş. Hala da öyle...

Bu arada Medicilerinki öyle böyle bir zenginlik değil, armalarında bile kese kese altın olarak simgelenmiş. Floransa'nın güzelliği biraz da Medicilerden yani.


Başka ne gördük derseniz, taş işçiliğinin kanıtı olan güzel Floransa sokakları daha önce sele maruz kalmış ve hala duvarlarda bunun izleri var. Dante, Macchiavelli, Galileo, Americo Vespucci ve daha meşhur pek çok Floransalının heykelleri, Santa Maria Del Croce Kilisesi, Arno Nehri...Bir de sokak arasında rastladığımız Türk Cafesinde içtiğimiz demleme çay keyfi...Türkiye'de bulamadığım H&M mağazasına nihayet İtalya'da kavuşmak...

Akşama doğru Montecatini'ye gidiyoruz. Toscana bizi bekliyor.

KÜÇÜK AMA SEVİMLİ MONTECATINI

Akşam için Montecatini'deyiz. 70'lerden kalma Hotel Cristallino'da (gerçekten Türk filmi tadında) Türk filmlerinden fırlamış gençlerin havuz kenarındaki şen kahkahaları ile karşılanıyoruz.
Burası Toscana'nın küçük ve güzel bir kasabası. Yemyeşil bir termal cennet. Zaten otele giderken otobüsten gördüğüm kadarıyla bol miktarda yaşlı var kaplıca tedavisine gelen.

Akşam rehberimizin organizasyonu ile "Il Poggio" isimli şarap fabrikasında tam bir kır eğlencesine katılıyoruz. Toscana bölgesinin güzel şaraplarını İtalyan yemekleri eşliğinde tadıyoruz. Müzikle iyice gevşiyoruz. Bize kıyak olsun diye Tarkan bile çalıyorlar. Tertemiz havada Toscana gecesinin keyfini yaşamak müthiş keyifli...

Yemeğin üstüne tatlıdan sonra aldığımız "Grappa" işin cilasıydı. Ama, tekiladan sert votkaya benzeyen ve sek shot yapılan bu içki beni pek açmadı. Ama, İtalyanlar için bu alkolü yüksek içki, bir nevi alka seltzer olarak kabul görüyor.

Hafif çakır keyf uykuya dalma zamanı şimdi. Yarın Toscana'nın kalbine gideceğiz. Enerji lazım !


Yorumlar

GEZGİNİN HARİTASI